2644 ten 2651e kadki
Hadislerin ve 112 devam sayfasının İzahı:
Hz. Enes rivayetini
Buhârî «Kitâbu'l-Hayz» ve «Halku Benî-Âdem» bahislerinde; Hz. Ali rivayetini
«Kitâbu'l-Cenâiz», «Kitâbu't-Tefsir» ve «Kitâbu'l-Edeb»'de; Ebû Dâvud ile İbni Mâce
«Kitâbu's-Sünne'de; Tirmizî «Kitâbu'î-Kader» ile «Kitâbu't-Tefsir»'de; Nesâî
«Kitâbu't-Tefsir»'de; İmran b. Husayn rivayetini Buhârî «Kitâbu'l-Kader»'de;
Sehl b. Sa'd rivayetini «Kitâbu'l-Cihad»'da muhtelif râvilerden tahric
etmişlerdir.
Nutfeden murad menidir.
Kurtubî'nin beyânına göre meni şehvet kuvvetiyle rahimin içerisine saçılarak
düşer. Sonra Allah onu rahimin döl yatağına toplar. İşte kırk veya kırk beş
gece rahimde karar kıldıktan sonra melek nutfenin üzerine girer cümlesinden
murad budur. Ondan sonra nutfe kırk günde kan pıhtısı haline gelir. İhtimal bu
inkılâb kırk gün zârfında kan'ın meniye yavaş yavaş karışması suretiyle tekâmül
eder. Ve kırk günün sonunda kan pıhtısı meydana gelmiş olur. Bundan sonra o
pıhtıdan yavaş yavaş et hâsıl olmaya başlar. Ve kan pıhtısı et parçası hâline
gelir. Sonra bir melek gelerek artık cenin hâline gelmeye başlamış bu müstakbel
insan'ın mukadderatını yazar. İlerde onun sâîd mi, şakî mi olacağını tespit
eder.
Saîd, iman saadetine
eren bahtiyardır.
Şakî, onun zıddı yâni
kendisine iman nasib olmayan bedbaht demektir. Artık o kimse doğup büyüdükten
sonra bu mukadderat dahilinde amel eder. Ana rahminde cennetlik olacağı tespit
edildiyse hayatında cehennemliklerin amelini işlese bile sonunda yine imanını
kurtarır. Cehennemlik olacağı tespit edildiyse, hayatında cennetliklerin
amelini işlese bile, sonunda yine imandan mahrum gider. Fakat bu ezelî takdir
ve tespit hâşâ Allah Teâlâ tarafından bir cebir ve istibdad değil, kulun
irade-i cüz'iyesi ile hak ettiği neticedir. Kul işte bu iradeye göre mükâfat ve
mücazat görecektir. Allah'ın takdirinden murad; kul dünyaya geldikten, ölünceye
kadar ne gibi amellerde bulunacaksa, ezelî ilmiyle onu bilerek meleklere tespit
ettirmesidir. Ona zaman ve zemin mefhumlarının bir tesiri yoktur. Ezeli ilmi
olmuşu, olacağı aynı seviyede ihata etmiştir. Kullar nazarında bilfiil
yaşayarak bütün amelleri bilinen bir kimse için ne hüküm verilecekse Allah
Teâlâ'nın ilmine nisbetle o kimse doğmadan müstakbelde işleyeceği bütün
amelleri teferruatiyle görülmüş, bilinmiş ve tespit edilmiştir. İşte kader
budur. Binâenaleyh tekrar edelim ki, kulun takdirden başka bir amelde
bulunamaması bir cebir değil, bir muayenenin tespitidir. Onun içindir ki,
meselâ; Ebû Cehil kıyamet gününde: Yâ Rabbi! Sen benim cehennemlik olacağımı
takdir buyurdun! Ben bu takdirin dışına çıkarak iman edemezdim. O halde beni
niçin muaheze ediyorsun? Beni şakî yarattın, şaki oldum. Müslümanı saîd
yarattın, saîd oldu. Benim bu işte ne kabahatim var? diyemez. Çünkü cevab
hazırdır. Teâlâ Hazretleri ona: Ben seni cehennemlik olmaya mecbur etmedim.
Dünyaya geldikten sonra işleyeceğin amelleri ezeli ilmimle bildiğim için onları
tespit ettim. Benim takdirim bundan ibarettir. Yâni; sen hakettin, ben de
istihkakını yazdım, der.
Ulemânın beyânına göre
bu hadîsin muhtelif rivayetlerinin arası şöyle bulunmuştur : Allah Teâlâ ana
rahmine düşen bir çocuğun geçireceği tavır ve hallere nezâret için bir melek
tevkil eder. O melek: Yâ Rabbi! Şimdi rahimdeki bir nutfedir; Yarabbi! Şimdi
bir kan pıhtısıdır; şimdi bir et parçasıdır, diyerek her tavır ve hâli zamanı
geldikçe Allah'a arzeder, Allah Teâlâ bütün bunları ezelî ilmiyle bildiği halde
âdeti ilâhiyesi böyle cereyan etmiştir. Meni kırk gün ana rahminde kaldıktan
sonra kan pıhtısı hâline gelir. Müvekkel melek ondan çocuk meydana geleceğini o
zaman anlar. Zira her meniden çocuk dünyaya gelmez. O anda bu çocuğun, dünyaya
geldikten sonraki rızkını ecelini, amelini; şakâvet ve saadetini yazar. Bir
müddet sonra melek bir tasarrufta daha bulunur. Ki, o da çocuğa suret vermek;
gözünü, kulağını, cildini, etini, kemiğini yerli yerince bir araya getirmek;
erkek mi, dişi mi olacağını sorarak ona göre icrââtta bulunmaktır. Bu icraat
üçüncü kırk gün zarfında olurki, o zaman cenin henüz et parçası halindedir. Bundan
sonra sıra ruh üfürülmesine gelir. Gerçi rivayetlerin birinde: «Nutfenin
üzerinden kırkiki gece geçti mi, Allah ona bir melek gönderir. Melek ona suret
verir; kulağını, gözünü, cildini, etini ve kemiğini yaratır. Sonra :
— Yâ Rabbi! Erkek mi
olacak, dişi mi? diye sorar... ila ahir.» buyurulmuşsa da, Kaadî İyâd bu babda
şunları söylemiştir: «Bu hadîs zahiri mânâsına göre değildir. Onu zahiri
mânâsına hamletmek doğru olamaz. Nutfeye suret vermek ve onun gözünü, kulağını
ilâahir... halketmekten murad; meleğin bunları yazmasıdır. Fiiliyat başka zaman
olur. Çünkü âdete göre ana rahmine düşen menide, ilk kırk günden sonra suret
verme, halketme mevcut değildir. Bunlar üçüncü kırk günün içerisinde olur ki, o
zaman nutfe et parçası hâlini almış bulunur. Üçüncü kırk günün akabinde, yâni
cenin dört aylık olduktan sonra meleğin bir vazifesi daha vardır ki, o da
cenine ruh üfürmektir. Ulemâ bu. hususta müttefiktirler. Bu hususat için
meleğin gönderilmesinden murad; tasarruf için ona emir buyurulmasıdır. Yoksa
rahimin başında ona müvekkel bir melek bulunduğu sarahaten bildirilmiştir.
Bu hadîslerde beyân
buyurulan rızk, ecel, şekavet, saadet, amel, erkeklik, dişilik ve ssaire'den
murad; Allah Teâlâ'nın bunları meleğe bildirmesi, infaz ve tespitini ona
emretmesidir. Yoksa Allah Teâlâ'nın kazası ve hükmü bunların hepsinden öncedir.
Bu babdaki ilim ve irâdesi ezelde mevcuttur.»
Bakîu'l-Ğarkad:
Medine'nin meşhur kabristanıdır. Bugün ona Cennet-i Baki' deniliyor.
Hz. Câbir rivâyetindeki:
«Kalemlerin kuruması» tâbirinden mürad Allah'ın takdir buyurması ve bu takdirin
levh-i mahfuza yazılma işinin tamamlanmasıdır. Yazı yazan kalem kurursa, artık
onunla fazla veya eksik bir şey yazmanın imkânı kalmaz. Ulema : «Allah
Teâlâ'nın yazmasına, levhine, kalemine ve hadîslerde zikri geçen sahifelerine
iman etmek farzdır. Bunların hakikatinin ne olduğunu ancak Allah bilir,»
demişlerdir. Bu hadîsler kaderi isbat hususunda ehl-i sünnet mezhebinin
delilleridir. Ehl-i sünnete göre dünyada vukua gelen hayırlı hayırsız, faydalı
veya zararlı her şey Allah Teâlâ'nın kaza ve kaderiyle meydana gelir. Ancak
Ebu'l-Muzaffer Semani'nin dediği gibi, kaza kader meselesi biz kullar için bir
sırdır. Onu akılla, kıyasla anlamaya imkân yoktur. Kaderin sırrını ancak Allah Teâlâ bilir. Bize düşen
haddimizi bilerek kitap ve sünnetin beyanatına iman etmek, ondan öteye
geçmemektir. Bu hadîsler; mukadder ne ise o olur, diyerek ameli terk etmenin
yasak olduğuna delâlet etmektedirler.
Âyet-i kerîmedeki:
Atiyye vermekten murad tâatlardır. Hüsna, kelimeyi tevhid gibi, hakka delâlet
eden kelimedir.